Ata’mıza hakaret edenler hesabını verecek.

Büro-İş Sendikası olarak kuruluşun kurtuluşun lideri Ulusal Kahramanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e 28.05.2021 tarihinde Ayasofya Camiinde alenen hakaret eden sözde din adamı sıfatlı Mustafa Demirkan hakkında suç duyurusunda bulunduk.  Konunun takipçisi olacağımızı kamuoyunun bilgisine saygıyla sunarız.

 

Bireysel suç duyurusunda bulunmak isteyenler için Sendikamız Baş Hukuk Müşaviri Avukat Uğur Yusuf DEMİR tarafından hazırlanan dilekçeyi World formatında sizlerin istifadesine sunuyoruz. Çok basit şekilde dilekçenin içeriğine dokunmadan başlık kısmını kendi adınıza düzenleyebilirsiniz.

Dilekçe metnini indirmek için tıklayınız.

https://www.burois.org.tr/dosyayukle/760_BÜROİŞ-Mustafa DEMİRKAN HAKKINDA SD.docx




İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NA

 

 

YAKINAN                 :           BÜRO-İŞ SENDİKASI

                                                Mithatpaşa Caddesi 21/10 Kızılay Çankaya/ANKARA

 

VEKİLİ                       :           Av. UĞUR YUSUF DEMİR (E-TEBLİGAT)

                                                Telefon: 05426285830

 

ŞÜPHELİ                  :          Mustafa DEMİRKAN

                                                Yıldırım Beyazıt Camisi eski imamı

 

SUÇ                           :          Anayasayı İhlâl (5237 sayılı TCK 309)

                                                Görevi kötüye kullanma (5237 sayılı TCK 257)

                                                Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama (TCK 216)

                                                Görev Sırasında Din Hizmetlerini Kötüye Kullanma (TCK 219)

Atatürk’ün Hatırasına Alenen Hakaret (5816 SK. M.1)

                                   

SUÇ TARİHİ             :          İSTANBUL, 28.05.2021

 

AÇIKLAMALAR

 

Yıldırım Beyazıt Camisi eski imamı Mustafa Demirkan, 28 Mayıs 2021 günü Ayasofya Camisi'nde, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katılımıyla gerçekleşen ‘Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi' programında verdiği vaazda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına alenen hakaret ederek lanet okumuştur.

Şüpheli aynen; “Bu ve bu gibi mabedlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kafir kim olabilir… Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma…” ifadelerini kullanmak sureti ile kendi tarihsel, insani ve vicdani karanlığını alenen ortaya dökmüş; Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret etmiştir.

Kör taassubun pençesinde, kendi pespaye cehaletinin karanlığını aydınlık sanan bu neviden insaftan ve izandan yoksun şahsiyetler; ne zamandır saklandıkları kuytu köşelerden çıkarak, siyaseten korunacakları ve kendilerine adli veyahut idari herhangi bir yaptırımın uygulanmayacağı sanrısından aldıkları güçle, bu pespaye sözlerini Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı önünde dahi ifade edebilecek, bu ülkenin kurucusuna ülkenin Cumhurbaşkanı önünde alenen hakaret ve küfür edebilecek cesarete kavuşabilmişlerdir.

Ne var ki idari yönden Diyanet İşleri Başkanının sarf ettiği son derece saldırgan, hakaretamiz sözler bizatihi Cumhuriyet Başsavcılıklarınca “ifade hürriyeti” adı altında görmezden gelinirken; aynı kuruma bağlı din görevlilerinin bu kadar şuursuzca, fütursuzca, büyük cehalet örnekleri sergileyerek geçmişin karanlığından aldıkları güçle bu ülkeyi kuran Milli İradeye ve Atasına saldırmayı, hakaret etmeyi ve alenen küfretmeyi kendilerine hukuki ve idari himaye tanınmış bir özgürlük olarak görmekte herhangi bir sakınca görmemektedirler.

Ülkenin dört bir yanında yaklaşık 90 bin cami varken; inançlar ve kültürler arası herhangi bir çatışmaya, toplumsal kutuplaşmaya meydan vermemek, binlerce yıllık tarihi yapıları koruma altına almak adına eski bir Artemis tapınağı üzerinde 532 yılında bazilika planlı katedral olarak inşa edilen bir yapının sonrasında kilise, Fatih’in İstanbul’u fethetmesi sonrasında da camiye dönüştürülen bir yapının insanlığın ortak kültür mirası kutsal emanetlerin bulunduğu bir yapı olarak müze haline getirilmesinden daha doğal, daha birleştirici, daha barışçıl bir çaba olamaz.

Ne var ki Osmanlı Devleti’ni çöküşe sürükleyen kör taassup ve irticai yapılanmalar, bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihten gelen tüm misyonunu, tüm birleştirici, bütünleştirici, barışçı, bir arada kardeşçe yaşamayı öngören tüm kazanımlarını, tüm değerlerini yerle yeksan etmek amacıyla son derece organize şekilde hareket etmekte ve tüm bu değerlerin altını kazmak sureti ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmak için büyük bir çaba ve uğraş vermektedir.

Tarihten, demokrasiden, Cumhuriyetten, insan hakları ve özgürlüklerinden, barışçı, birleştirici ve bütünleştirici temel değer ve kazanımlardan ölesiye nefret eden ve her fırsatta adeta güç gösterisi yaparcasına kendi ülkesine, kendi milletine, kendi Devletine, kendi Cumhuriyetine ancak bir kavak ağacı kadar aklı ile kendince fetih ilân etmeye kalkan bu karanlık odaklar, geçmişte olduğu gibi bugün de etkin ve tesirlidir.

Bugün de etkin ve tesirlidirler ki bu ülkenin Cumhurbaşkanı önünde bu ülkeyi kuran Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret ve küfür etmekte herhangi bir beis görmemektedirler.

Kurdun kuzu postuna bürünerek, kendilerindenmiş gibi güven tesis etmesi tarih kadar eski bir karanlık yöntemdir. Toplumsal olarak kabullenilemez, marjinal ve sapkın düşünce dünyaları ile bir köşede kendi karanlığı içinde boğulan bu neviden şahsiyetler, uygun zaman ve uygun koşulları kollamak sureti ile toplumların, insanların değer yargıları ile inançları ile örtüşmek sureti ile güven tesis etmek ve kabullenilmek arayışlarında ne yazık ki başarıya ulaşmışlardır.

Gündelik siyasetin çirkin ve çamurdan gündemi içinde, koltuk ve siyasi ve şahsi istikbâl arayanların da halkın temel değerleri ve inançları ile bu gücü elde edebildikleri, demokratik ilke ve usullerle siyasi iktidarı elde ettikten sonra da elde ettikleri bu gücü, kamusal güç ve otoriteyi yozlaştırarak kullanabildikleri, yozlaşmışlık ve yolsuzluk içinde oldukları halde kendilerini temel dini değerler ve inançlar üzerinden aklama uğraşına girerek toplumların algılarını yönetmek konusunda pek mahir oldukları da dünya tarihinden ve bugünkü dünyadan açıkça anlaşılmaktadır.

Bu ülkeyi ülke yapan, kanı ve canı ile bu ülkeyi kuran iradenin, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının kendi ülkelerinde maruz bırakıldıkları saldırının, hakaretin, ihanetin boyutu düşünüldüğünde bu ülkenin yurttaşları olarak son derece büyük bir üzüntü ve elem duyulduğu şüphesizdir.

Tarih kadar eski bir maziye dayanan ve bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak var olan Devletimiz ayakta ve dimdik durmaktadır. Anayasal hukuk düzeni ayaktadır. Demokratik, laik, sosyal, hukuk Devleti halen ayaktadır.

Hal böyle iken; kendi ülkesine, kendi milletine, kendi Devletine, kendi Cumhuriyetine, kendi varoluş değerlerine bunca hakaretin, küfrün, saldırının bu kadar cesaretle, bu kadar fütursuzca, bu kadar şuursuzca artmasında bu ülkenin tüm vatandaşlarının olduğu kadar, özelinde adında “Cumhuriyet” bulunan Savcılarımızın, genelinde ise bütün bir adalet sisteminin yetersizliği ve kayıtsızlığı bulunmaktadır.

Savcılar Türkiye’de Cumhuriyet Savcısı unvanı taşımaktadır. “Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o Cumhuriyet Savcısı’dır.”

Bu tarihsel, insani, vicdani büyük sorumluluk karşısında Cumhuriyet Savcısına düşen de görevini layıkı ile yerine getirmekten ibarettir!

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 309. Maddesinde cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenlerin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılacakları, bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunacağı, bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunacağı düzenlenmiş; mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun "Devlet kuvvetleri aleyhinde cürümler" başlığını taşıyan 146 . Maddesinde Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenlerin ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olacağı, 65’inci maddede gösterilen şekil ve suretlerle gerek yalnızca gerek bir kaç kişi ile birlikte kavli veya tahriri veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda ve nasın toplandığı mahallerde nutuk irat veyahut yafta talik veya neşriyat icra ederek bu cürümleri işlemeğe teşvik edenler hakkında, yapılan fesat teşebbüs derecesinde kalsa dahi ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunacağı, birinci fıkrada yazılı suça ikinci fıkrada gösterilenden gayri surette iştirak eden fer’i şerikler hakkında beş seneden onbeş seneye kadar ağır hapis ve amme hizmetlerinden müebbeden memnuiyet cezası hükmolunacağı düzenlenmiştir.

 

1982 Anayasasının 2. maddesi ile Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliği “hukuk devleti” olarak tayin edilmiştir. “Hukuk devleti; insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasaya uyan devlettir.”

Asgari tarih bilincinden yoksun, vicdana, hoşgörü dini İslam’a aykırı ifade ve beyanları ile toplumsal kutuplaşma ve ayrışmaya hizmet eden bu kendini bilmez insanın bir kamu görevlisi olarak kanunu bilmemesi mazeret sayılamaz. İşgal ettiği makamı ve koltuğun gücünü kendisine vehmeden ve bu gücün sahibi olduğu sanrısına kapılan şüphelinin ifadeleri fikir ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilemez. Şüpheli atılı suçu bilfiil kamusal güç ve yetkisi çerçevesinde bilerek ve isteyerek işlemiş olup; görevini icra ederken dolayısı ile mesleği çerçevesinde işleyebilmiş ve mesleğinin bu neviden hadsiz, ahlaki değer ve inançlarla da bağdaşmayan şekilde icrasına sebebiyet vermiştir.

TCK'nun 216. maddesinde "Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." düzenlemesine yer verilmiş olup; atılı suçun koşulları oluşmuştur.

Yine TCK'nun 309. maddesine göre; “cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar." düzenlemesine yer verilmiş olup; şüpheli atılı suça konu eylemini kamusal görev ve mesleki güç ve imkânlarını kullanmak, kamu otoritesinin bir enstrümanı olarak bilfiil ifa etmiştir.

TCK'nun 257. Maddesinde kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisinin altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı, kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisinin üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı düzenlenmiş olup; olayda şüphelinin görevinin gereklerine aykırı olarak hareket ederek kişilerin mağduriyetlerine ve kamunun zararına sebebiyet vermiştir.

Yine TCK'nun 219. Maddesinde imam, hatip, vaiz, rahip, haham gibi dini reislerden biri vazifesini ifa sırasında alenen hükümet idaresini ve Devlet kanunlarını ve hükümet icraatını takbih ve tezyif ederse bir aydan bir seneye kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır veya bunlardan birine hükmolunabileceği düzenlenmiş olup; şüpheli bilerek ve isteyerek görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma suçunu da işlemiştir.

5816 sayılı Kanunun 1. Maddesinde Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimsenin bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı açıkça düzenlenmiştir.

SONUÇ ve İSTEM  :           Arz ve izah olunan nedenler ve re'sen nazara alınacak nedenlerle, şüphelinin eylemine uyan Anayasayı İhlâl, Görevi kötüye kullanma, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya  Aşağılama, Görev Sırasında Din Hizmetlerini Kötüye  Kullanma, Atatürk’ün Hatırasına Alenen Hakaret ve tespit edilecek diğer suçlardan hakkında gerekli soruşturmanın yapılarak kamu davası açılması hususunda gereğini saygı ile arz ve talep ederiz.

 

Yakınan Vekili

Av. Uğur Yusuf Demir

 

 

Eki: Videonun tamamı: https://www.youtube.com/watch?v=4y50iOixFnw adresinde bulunmaktadır.


Dilekçe Metni:  https://www.burois.org.tr/dosyayukle/760_BÜROİŞ-Mustafa DEMİRKAN HAKKINDA SD.docx



Sosyal Medyada Paylaş