Adil Olmayan Bir Adalet, Adaletsizliğin Ta Kendisidir!

5 Haziran eylemine katıldığı gerekçesi ile hakkında disiplin soruşturması açılan yargı emekçilerinin maruz bırakıldıkları haksızlık ve hukuksuzluklara karşı emekçilerle İzmir Adliyesi önünde tek ses olduk.

BÜRO-İŞ Genel Başkanı Haydar Şahindokuyucu’nun katılımı ile adliye önünde bir basın açıklaması yapıldı.

Basın Açıklaması

Bu ülkede 28 Mayıs-30 Ağustos 2013 tarihleri arasında İçişleri Bakanlığı verilerine göre tam 80 ilimizde yaklaşık 2,5 milyon kişi; haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, keyfi idare ve çağdaş demokrasilerde görmeye alışık olmadığımız ceberrut devlet anlayışına ve ölçüsüz polis şiddetine karşı hakkına, hukukuna, demokrasisine, Cumhuriyetine, her geçen gün biraz daha yitirmekte olduğumuz Türkiye’ye bir kez daha sahip çıkmak için meydanlara dökülmüş; “ben yaptım oldu” anlayışının kemikleşmiş simgesi kifayetsiz bir muhterisin hukuk tanımaz doğrudan emir ve talimatları ile artan kaos ve şiddet ortamında meydana gelen olaylarda 7 evladımız yaşamını yitirmiştir.

Yaşanan süreçte binlerce kişi gözaltına alınmış, onbinden fazla insanımız çeşitli yerlerinden yaralanmışlardır. Yaralanmaların büyük bölümü gaz fişeğinin isabet etmesi sonucu meydana gelmiştir. Bu da emniyet güçlerinin orantısız ve ölçüsüz şekilde görev yaptıklarını ortaya koymaktadır. Ekmek almak için evden çıkan Berkin Elvan kardeşimiz de henüz çok kısa bir süre önce 269 gün süren yaşam mücadelesini kaybetmiş, bir inat uğruna gencecik yaşında solan evlatlarımızdan bir diğeri olmuştur.

Yitirdiğimiz onca cana rağmen şiddetten beslenen ve akan kandan zerre kadar mesuliyet duymayıp kendi ülkesine, kendi halkına karşı savaş ilan edenler ne yazık ki zerre kadar üzüntü duymayıp, seçim meydanlarında 14 yaşında girdiği komadan 15 yaşında çıkan evlatlarımızın analarını yuhlatmakta da herhangi bir beis görmemişlerdir.

Ülkemiz için, milletimiz için en acı tablo; böylesi bir acı karşısında siyasi istikbâl hesapları içerisinde, en ufak bir vicdan kırıntısından nasipsiz, asgari bir insani histen mahrum, zavallı muhteris karanlık odakların bütün bunlar karşısında ellerini kollarını sallayarak şu güzel ülkenin güzel insanları arasında bütün çirkinliklerine rağmen barınabilmeleridir.

Sendikamız Büro-İş, olayların başladığı günden bugüne kadar hem sağduyu sahibi milletimize, hem de başta kolluk güçleri olmak üzere bütün kamu güç ve otoritesine itidalli davranma çağrısında bulunmuş; siyasi iktidara da “İktidar bu ülkede demokrasinin mi yoksa tiranlığın mı hüküm süreceğinin seçimini yapmalıdır!” diyerek defalarca seslenmiştir. Ne var ki 269 gün süren yaşam savaşını yitiren gencecik evladımız toprağa verilirken de, bugün 1 Mayıs öncesinde de Taksim Meydan’ında yaşananlar da göstermektedir ki siyasi iktidarın en büyük kavgası kendi milleti iledir.

Bizler siyasi iktidarı hukuka saygı duymaya, hukuku ve adaleti örselememeye, yargının üzerinde baskı kurmamaya davet ettikçe, bizler siyasi iktidarı sorumlu davranmaya davet ettikçe, “hukukun bittiği yerde kaos hüküm sürer” diyerek haykırdıkça, “hukuk bir gün herkese lazım olur” dedikçe, “adil olmayan bir adalet, adaletsizliğin ta kendisidir” dedikçe, demokratik haklara ve özgürlüklere bağlı kalınmasını tüm yasal ve meşru yollardan dile getirdikçe üzülerek görmekteyiz ki siyasi iktidar ülkeyi daha büyük bir karanlığa, baskının, sansürün, sürgünün hüküm sürdüğü bir açmaza doğru sürüklemektedir.

Hukukun, demokrasinin, sivil toplumun, adalet ve eşitliğin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin büyük acılar, büyük mücadeleler sonucu elde ettiği bir asıra yaklaşan medeni ve çağdaş kazanımlarının bir bütün olarak bugün için siyasi iktidar çevrelerinde çok fazla karşılık bulamadığını, yaşadığımız günler bizlere bir kez daha göstermektedir.

Sadece Mayıs ayından bu yana, yeni HSYK Yasası ile yüzlerce hâkim ve savcı görevlerinden uzaklaştırılmış; başta yolsuzluk iddiaları olmak üzere siyasi iktidarı zora sokabilecek konuların önüne geçebilmek için onbinlerce emniyet mensubu görevden alınmış; basına ve medyaya, sosyal medya da dahil olmak üzere görülmemiş sansür uygulamaları getiren düzenlemeler meclisten alelacele geçirilmiş; siyasi iktidarın eylem ve icraatlarına, demokratik hak ve özgürlüklere açıkça müdahale anlamını taşıyan faaliyetlerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, ülkemizin onaylayarak kabul ettiği uluslararası sözleşme ve antlaşmaların güvencesinde olarak tamamen fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında herhangi bir olumsuz beyanda ya da sadece imada bulunan binlerce kamu emekçisi hakkında akıl almaz suçlamalarla disiplin soruşturmaları açılmış, pek çok kamu emekçisi disiplin cezaları ile cezalandırılmış, yine pek çoğu hakkında kamu davaları açılmıştır.

Bu karanlık süreçte, toplumun bizatihi kendisi gibi toplumun ve demokrasinin kılcal damarları olan sivil toplum örgütleri, sendikalar ve konfederasyonlar da süreçten paylarına düşeni almışlar ve gerek kurumsal olarak sendika ve konfederasyonlar ve gerekse bireysel olarak sendika üyeleri olan kamu emekçileri büyük baskılara maruz bırakılmışlardır.

Ne var ki bütün bunlar sadece başlangıçtır. Demokrasiyi hedefe varıncaya dek binilen tramvay, hukuku şahsi istikbâl heveslerinin bir aracı haline getirenler her zaman için varolmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bütün bu tablo karşısında ülkemizin tüm aydınlık insanlarına, emeği ve alınteri için, demokrasisi ve özgürlüğü için, Cumhuriyeti ve kazanımları için yaşamı pahasına mücadele veren kamu emekçilerine düşen; inadına hak inadına adalet mücadelesi yapmaktır.

5 Haziran 2013 tarihinde sendikamız Büro-İş tarafından ülke çapında düzenlenen etkinliğe katılan İzmir Adliyesi’nde görev yapan arkadaşlarımız ve diğer sendikalara bağlı olarak kendi sendikalarının düzenledikleri eylem ve etkinliklere iştirak eden emekçi arkadaşlarımızın Adli Yargı Komisyonu tarafından başlatılan disiplin soruşturması kapsamında kapsamlı muhakkik raporuna rağmen devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmaları istenmektedir.

Adli Yargı Komisyonu tarafından istenen cezanın bir hukuk devleti olduğu Anayasasında yazan Türkiye’de, bir şaka olarak dahi gündeme gelmesi bu ülkenin hukuk sisteminin ve hukukçularının geldiği nokta itibariyle tam anlamıyla fecaattir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, ülkemizin onaylayarak kabul ettiği uluslararası sözleşme ve antlaşmaların karşısında kamu görevlilerinin üyesi oldukları sendikaların ve bağlı bulunduğu konfederasyonların yetkili kurullarınca alınan karar doğrultusunda eyleme katılmaları sendikal faaliyet kapsamında olup; özürsüz ve mazeretsiz olarak işe gelmemek fiiline dahi vücut vermemektedir ve devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmesi de sözkonusu dahi olamaz.

Üyesi bulunduğu sendikanın veya bağlı olduğu konfederasyonun yetkili kurullarınca alınan karara uyarak, kamu görevlilerinin içinde bulunduğu mali, ekonomik, güncel, sosyal ve özlük haklarına ilişkin sorunların düzeltilmesi ve kamuoyunca bilinen bu sıkıntıları yine kamuoyuna anlatarak kamuoyu desteğinin sağlanması amacıyla yürütülen sendikal faaliyete katıldığı gerekçesi ile Devlet memurları hakkında disiplin cezası verilemeyeceği; uluslararası sözleşmelerin, 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı’nın Örgütlenme Hakkı olarak adlandırılan 5. maddesinin, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Anayasanın, 2003/37 sayılı Başbakanlık Genelgesinin, 2005/14 sayılı Başbakanlık Genelgesinin, 2002/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinin, 1999/44 sayılı Başbakanlık Genelgesinin ve Danıştay’ın yerleşik içtihatlarının gereğidir.

Türkiye’nin 18 Ekim 1961 tarihinde imzaladığı ve 16 Haziran 1989 tarihinde onaylamış olduğu 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartının Örgütlenme hakkı olarak adlandırılan 5. maddesinde; “Akit taraflar, çalışanların ve çalıştıranların ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak için yerel, ulusal ve uluslararası örgütler kurma ve bu örgütlere üye olma özgürlüğünü sağlamak veya geliştirmek amacıyla ulusal mevzuatın bu özgürlüğü zedelemesini veya zedeleyici biçimde uygulanmasını önlemeyi taahhüt ederler. Bu maddede öngörülen güvencelerin, güvenlik güçleri için hangi ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla veya düzenlemelerle belirtilir. Bu güvencelerin silahlı kuvvetler mensuplarına uygulanmasına ilişkin ilke ile bu kesime hangi düzeyde uygulanacağı yine ulusal yasalar veya düzenlemelerle saptanır. Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir. Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir. Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel değildir.” hükmüne yer verilmiştir.

Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu; bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile anayasa mahkemesine başvurulamayacağı; usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeni ile çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtilmiştir.

Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası ile kanun hükmünde olduğu belirtilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ”dernek kurma ve toplantı özgürlüğü” başlıklı 11. maddesinde ise; her şahsın asayişi ihlal etmeyen toplantılara katılmak ve başkaları ile birlikte sendikalar tesis etmek ve kendi menfaatlerini korumak üzere sendikalara girme hakkı dahil olmak üzere dernek kurma hakkına haiz olduğu; bu hakların kullanılmasının, demokratik bir toplulukta zaruri tedbirler mahiyetinde olarak milli güvenliğin, amme emniyetinin, nizami muhafazanın, suçun önlenmesinin, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için ancak kanunla tahdide tabi tutulabileceği; bu maddenin, bu hakların kullanılmasında idare, silahlı kuvvetler veya zabıta mensuplarının muhik tahditler koymasına mani olmadığı hükmüne yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 27.03.2007 tarihli Karaçay/Türkiye kararında aynı şekilde sendika kararı uyarınca bir gün iş bırakma eylemi yapan kamu görevlisine verilen uyarma cezası sebebiyle konu ele alınmış ve verilen ceza her ne kadar düşük olsa da kendisi gibi sendikaya üye kişilerin çıkarlarını savunmak amacıyla sendika üyelerinin grev ve eylemlere yasal olarak katılmasına yönelik caydırıcı bir niteliğe sahip olduğu yönünde demokratik toplumda gereklilik sınırlarının üstünde bulunarak sözleşmenin 11. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Anayasanın 90. maddesi karşısında Sözleşmenin 11. maddesinin iç hukuk yönünden de bağlayıcılığına şüphe bulunmamaktadır.

Danıştay 12. Dairesinin 2001/3307 E, 2001/4415 K sayılı kararında da üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak bir gün göreve gelmemek eylemini gerçekleştiren personelin sendikal faaliyet kapsamında bir gün süreyle göreve gelmemesi fiilinin mazeret olarak kabulünün gerektiği doğrultusunda karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere kamu görevlilerinin, üyesi oldukları sendikaların yetkili kurullarının aldığı karar doğrultusunda hareket etmeleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, usulüne uygun olarak yürürlüğe giren uluslararası sözleşme ve anlaşmalar, Anayasa ve yerleşik yargı kararları ile de açıkça tanınmıştır.

Adli Yargı Komisyonu sendikalarca düzenlenen 5 Haziran eylem ya da etkinliğini “grev” olarak değerlendirme eğilimindedir. Oysa Anayasamız, uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalar ile 4688 sayılı Kanun karşısında çalışanların yine Anayasal güvence altında bulunan etkinlik ya da eylemlere iştirak etmesi, anılan etkinlik ya da eylemlerin mahiyeti icabı “grev” olarak değerlendirilmesine imkân vermediği gibi 2004 yılında değiştirilen Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası karşısında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 87 ve 98 sayılı sözleşmeleri ile BM İkiz Sözleşmeleri gereğince kamu çalışanlarının toplu sözleşme ve grev hakkı mevcuttur ve açıkça güvence altına alınmıştır.

Sonuç olarak Anayasamız, 87 ve 151 sayılı ILO sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesi, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartının 28. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kararları, başta 1999/44 sayılı Başbakanlık Genelgesi olmak üzere genelgeler ile yerleşik yargı kararları çerçevesinde üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarının almış olduğu karara uygun davranan sendika üyeleri hakkında herhangi bir ceza verilemez.

Aksi bir durum açıkça Anayasaya ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşme ve antlaşmalara aykırı olduğu gibi aynı zamanda sendikal hak ve hürriyetlere yönelik ihlal mahiyetindedir ve ceza kanunlarımıza göre de suçtur.

Hiçbir kimse ya da kurumun kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı açıktır. Anayasanın ve mevzuatımızın, uluslararası sözleşme ve antlaşmaların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ve yerleşik yargı kararlarının açıkça ihlali mahiyetindeki Adli Yargı Komisyonu kararı altında imzası bulunan komisyon üyeleri hakkında sendikamız BÜRO-İŞ, görevi kötüye kullanma ve sendikal hakların kullanımının engellenmesi suçundan suç duyurusunda bulunmuş ve ayrıca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na da adı geçen ilgililer hakkında müracaatta bulunulmuştur.

Hangi sendikaya üye olursa olsun, sendika üyesi olsun ya da olmasın, BÜRO-İŞ SENDİKASI; emekten ve alınterinden aldığı güçle, tüm kamu emekçilerinin hakkını ve hukukunu her platformda sonuna kadar korumaya var gücüyle devam edecektir.

Sosyal Medyada Paylaş