8 MART KUTLU OLSUN!

Toplumların medeni dünyadaki yeri o toplumdaki kadınların medeni ve sosyal yaşama katılması, çalışma ve üretim yaşamındaki rolü, gücü ve etkinliği ile belirlenir.

Ancak ülkemizde özellikle son dönemde kadınların medeni yaşamdan, toplumsal hayatın her alanından, çalışma ve üretim yaşamından soyutlanmaya çalışılması, kadına karşı şiddet olgusu ile paralel olarak artmaktadır.

2009 yılında gerçekleştirilen ‘Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet’ araştırmasına göre, ülke genelindeki kadınların % 39’u fiziksel şiddet, % 15’i de cinsel şiddet yaşarken, kadınların % 42’si iki şiddetten en az birini yaşadığını ifade etmiştir. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre ise 2010 yılı Ağustos ayı itibariyle kadın cinayetleri sadece son 7 yılda % 1400 artmış durumdadır. TÜİK verilerine göre cinsel saldırı suçlarında sadece 2005–2010 yılları arasındaki dönemde 100 binin üzerinde kadınımız cinsel saldırıya maruz kalmıştır.

6284 sayılı yasa ile getirilen düzenlemeler ne yazık ki kadına karşı şiddetin önüne geçme noktasında yeterli olamamaktadır. Kadına karşı şiddet olgusu özelinde artık bir sosyolojik gerçeklik halini alan sorunların sadece bir takım yasal düzenlemelerle veyahut polisiye tedbirlerle önüne geçilmesinin mümkün olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Sorunun başlı başına eğitim ya da hızlı kentleşme nedenine dayanmadığı açıktır. Nitekim fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalan kadınların büyük bölümünün kentlerde yaşadığı ve eğitim seviyesi yükselmesine rağmen şiddetin mağduru oldukları istatistikî verilerle ortaya çıkmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin büyük bölümü toplumsal baskı ve aile içi şiddete dayanmaktadır. Ne yazık ki 2014 Türkiyesinde halen töre ve namus cinayetleri gündem olmaya devam etmektedir.

Toplumsal yaşamdan, çalışma ve üretim yaşamından kadının soyutlanmaya çalışılması kadınların sosyal ve ekonomik özgürlüklerini elde etmelerine engel olmakta; kendisi ve çocukları için şiddete katlanmasına neden olmaktadır.

Kadınlarımızın yaşamın her alanında olduğu gibi sosyal ve siyasal yaşama katkısının da son derece sınırlandırılmış olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkını dünyada ve Avrupa ülkeleri arasında en önce tanıyan ülkelerden biri olan Türkiye’nin, 1930’lu yıllardan bugüne kadınların siyasi hayata katkısını yeterli seviyede gösterebilmesi açısından bu yönde olumlu bir sınav verdiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Öyle ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kadın milletvekili sayısı dahi bu durumu gözler önüne sermektedir.

Dünya Ekonomik Forumu Raporuna göre ülkemiz, kadın-erkek eşitliği sıralamasında 134 ülke arasında 126. sırada bulunmaktadır. Türkiye’de kadınlar, fırsat eşitliği ve ekonomik katılım alanında 131, eğitimde 109, siyasette 99, sağlıkta ise 61.sıradadır.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de; kadının yaşamın her alanında söz sahibi olması, kadınlara yönelik ayrımcı ve cinsiyetçi tutum ve yaklaşımların önüne geçilebilmesi ile mümkündür. Bu da yalnızca kanunkoyucunun hazırladığı yasalarla ya da polisiye tedbirlerle değil; bir bütün olarak toplumun demokratik bilince kavuşturulması ile eğitimle, öğretimle mümkündür.

Toplumsal bir görev olarak iyi bir eş ve anne olmanın ötesinde kendilerine rol biçilmeyen kadınlar; eğitimden sağlığa, iş hayatından medeni yaşama her alanda geri bırakılmaktadır. Günümüz dünyasında aileleri ya da eşleri tarafından eğitim görmeleri engellenen kadınların, 14 yaşında çocukluklarını yaşamadan evlendirilen kızların varlığı karşısında sorunun çok derinlerde olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1977’de aldığı bir kararla 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak ilan etmiştir. 8 Mart, cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, şiddete, baskıya karşı, kadının özgürlüğü için, toplumsal eşitlik ve barış için sesimizi yükselteceğimiz gündür.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun!

BÜRO-İŞ SENDİKASI

Sosyal Medyada Paylaş